DUDAK UYKUSU / BİLSEN BAŞARAN
Fatigül Balcı
Bilsen Başaran’ın son çıkan öykü kitabı “Dudak Uykusu” (Ozan Yayıncılık, Ekim 2019) “yine başarılı bir Başaran eseri” dedirtiyor.
Uykunun, canlılarda hayati öneme sahip, doğal dinlenme ve kendini yenileme olduğunu biliyoruz. Dudağın da böyle bir ihtiyacı olmalı, yoksa uyku keyfi bir durum değildir, diye düşündüm. Dudak çok güzel susabilir de, bunu yapabilir, oysa uyuması da söz konusuymuş…
Bilişsel, entelektüel ihtiyacımız olan okumak, edebiyat eserleriyle olanaklıdır daha çok da. Bunda da en büyük pay, nitelikli ürünlerdedir kuşkusuz. Öte yanda, kitap okumak, yazarın işinin diğer yarısıdır. Elime aldığım kitabı sabahtan akşama okur bitiririm, “Dudak Uykusu”nu da aynı biçimde okudum; ancak bitirdikten sonra anladım, bu kitabın böyle okunmayacağını. Çünkü her öykü bir roman ağırlığında, roman tadında ve yoğunluğundaydı. Ben, “Binbir Gece Masalları” gibi, her güne bir öykü okunmasını öneriyorum, günlük bir doz.
Yazarın, daha önceki eserlerinde de aynı kanıya varmıştım oysa. Konuların çeşitliliği, içeriğin zenginliği ve anlatım özelliğinin ayrı ayrı duygu dönüştürmesiyle, her öykü kendine geniş bir yer açıyor, insanın bilincinde. Başaran’ın, bir sonraki öykü kitabıyla buluştuğumda, önerdiğim yöntemle okuyacağım, tadını çıkara çıkara.
Bilsen Başaran şiirleri için de aynını söyleyebilirim; günlük birer doz, fazlası dokunur… O dil değmemiş sözcüklerle bilenmiş, çeşitli imbiklerden süzülüp, damıtılmış şiirleri de peş peşe okuyamadım: Hepsi farklı bir duygu dünyasına yolcu ediyor insanı, hepsi başka evrenlere kapı aralıyordu. O kapılardan uzun yollara çıkıp da döndüğünde, gördüğünün, duyumsadığının etkisi, esrikliği hemen geçmiyordu. Bu yüzden de bir sonraki şiirin araladığı kapıdan girmek kolay olmuyor, girsen de çıkamıyordun…
Şair olunca bir de öykü yazan, sözcükleri şiir sosuna batırıp tatlandırdıktan sonra lezzetinden emin, gururla sunuyor okura. Bir öyküdeki, yazar olan kahraman: “Şiir benim iskeletimdi, onunla ayakta durabiliyordum. Öykülerimse… başka kimliklere saklanabilme şansımdı” diyor (s.107). Gördüm ki bu öykülerin iskeleti de şiirden oluşmakta ve bıraktığı hazzın derinliği, etkisi bundandı, düşlem gücümüzü farklı biçimlerde harekete geçirmesi de.
Öykülerde aklım kaldığından, bir süre sonra yeniden okudum Dudak Uykusu’nu. Bir kez daha anladım ki, Bilsen Başaran deyişindeki duygu geçişi, duygumuzu dönüştürme gücü, her yazarda kolay rastlanan bir özellik değildir. Bu da, okurun hayalini keskinleştiren, okuma zevkini yükselten, incelten bir özdeğerdir, eserdeki.
Yazar, bir aydın duyarlığıyla, daha çok kadın dünyasını ele almıştır öykülerinde. Kadının analığını, gücünü, güçsüzlüğünü, sırlarını, bilinmeyenini dile getirip, en ince ayrıntıyı bile mercekle göstermiştir. Toplumun kadına dayattığı yaşam normları, koyduğu sınırlar, biçtiği roller öykülenirken, her konu kendine hüzünlü ya da eğlenceli bir ifade biçimi bulmuştur, yazının bütün incelikleriyle.
“Analığın, kadınlığın ne menem bir yürek harmanı olduğu…” ancak bu kadar nötr anlatılır, yüreğe dokunabilirdi. “Her doğan günün yeni onaranlarla kapıya dayanması umuduyla yıllarını geçiren kadınları… Keder yılkısının ayakları altında parçalansa da bedenlerinin kırılmasına asla izin vermedikleri iskeletleriyle hep dik durmanın savaşını veren kadınlar”ın öykülerini anlatıyor, Bilen Başaran. Seksek oynadığı çocukluk ülkesini… Yeniyetmeliği, yeni gelinliği anlatıyor ve kocayan gövdelerin içindeki kocamayan gönüllerin serzenişini. O kadar çokluğun içinde, bu kadar yokluğun adına yalnızlık dendiğini, yüreğinin sızlayan ucuna fısıldayan” Kehribar Hanımları anlatıyor, Bilsen Başaran; Şeker Hanımları, Zencefil Hanımları… ve “Kül Kadınlar”ı…
Toplumun eksikli, iyilenemeyen yanını temsil eden kadınlığı, bu cümlelerden daha iyi ne özetleyebilirdi? “Ah Leman Hanım, bunca ağlayacak ne var ki, sen zaten etindeki müebbet pembenin bütün tonlarını yıllar önce gönüllü yitirmiş bir kadınsın, der gibi bakmıştı dalgalara, filikalara, yıllara döktüğü emeklere ve sahtekâr sözcüklerin köpüre köpüre akıp gidişine” (s.41). Başka öyküde, sevgi alacaklı bir kadın: “Sokaktan gelen oğlan torununun iştahla yemek yerkenki güzelliğini, iç yıkayan sesini alıp yüreğini sıkan düğümün üstüne sürdü merhem niyetine… Sonra duyduğu kırağılı seslerin soğukluğuyla evden çıkıp kendi sesiyle sürüklenerek gitti…(s.124)” Hüzünlendiren, düşündüren, gülümseten birbirinden güzel ve birbirini kıskanan on yedi öyküden oluşmaktadır, Dudak Uykusu.
Anlatmakla kalmıyor, yazar, gösteriyor, hissettiriyor, sezdiriyor da aynı zamanda. “Issızca karşılanan körüklü acılarını” hissettiriyor hayatın, boynu bükük bir kanıklıkla. Diğer bir öyküsünde kahraman, saçının her teliyle hayatlarına köprü olduğu sevdiklerinin binlerce kez elini tutup aşırmasının beyhude olduğunu, bunun da, yüreğinin toprağını çoraklaştıracak, çatlatacak denli yaktığını anlatıyor alevli sözcüklerle. İnsan iklimiyle birlikte coğrafi iklimin renklerini, dört duvar arasında geçen sıradan hayatları anlatıyor, Bilsen Başaran, sıra dışı, hayatların dayanılmaz hafifliğini… “Düşündükçe, usunda kopan fırtınanın, ağzına takılı gemlerin, bileklerini boğan kelepçelerin, bedeninin yiyen bukağıların, kantarmaların her hücresini kanırttığını duyumsuyor, sorgusuz bir yaşamın var olup olmayacağı üstüne durmadan sorular üretiyordu. Bu ikiyüzlülüğün sonsuz gerdeğinde her gün tecavüze uğrayan erdem neden suskundu? (s.56)”
Yazar, başını tüten narçiçeklerine yaslamış uyuyan Granada’dan, taşların sızısını dinletirbize. Ellerin aklını bağıran yazıları okur asırlara çakılı kayalardan ya da bir düşün karnından seslenir veya bir şairin gözünden, doğa ananın belleğinden anlatır öykülerini. Bir çocuğun bilincinden, eşiğin üstünde oturup gelene geçene masalını anlatan düş bilgesinin ağzından anlatır. “Taş Masa’da, aklı Dicle’nin suları gibi üstten durgun, alttan kudura çırpına akmaktayken birini beklemeyi anlatır… Mor salkımlı sabahlarda, beklediklerinin hayallerine sofralar hazırlayan… Düşündükçe içindeki keder uru daha da büyüyen kadınların… Mahirce susan kadınların öykülerini, mahirce anlatır, Bilsen Başaran.
Sanat için, “hayatın bir taklidi” denir. Ezra Pound da, okumanın bir taklit sanatı olduğunu söylemiştir. Öykü de diğer sanatlar gibi hayatı taklit eder, okurken biz de onu. Bilmediğimiz insanların hayatını yaşar, onun duygulanımıyla bakarız olaylara ya da kendi olaylarımıza. Farklı hayatları taklit ederken, farklı dünyaların ilginç yaşamlarına dahil oluruz; okumanın en cazip yanı da bu değil midir? Hayal bile edemeyeceğimiz dünyaların, göz kamaştırıcı güzelliklerin içinde dolaşmak, zaman dışı seyahatlerde bulunmak nasıl mümkün olurdu, birer mikrokozmos olan öyküler yazılmasaydı? Öykü evreninde yaşamımızı tamamlayıp kendi dünyamıza dönerken deneyimlediğimiz hayatın bir çeşit mutluluğu vardır içimizde. Her deneyim ayrı bir mutluluk, her deneyim bir kazançtır hayatımızda.
Nitelikli bir eser, zihnimizin algılama, yaratma gücünü keşfetmemize olanak sağlar, kıyaslamayı öğretir bize ve yazmayı da. Öyküyü okumaya başlarken kahramanın yerini alır, yeniden kurgular, yeniden yazarız çoğunca. Ancak, bu da yazarın izniyle olanaklıdır, Bilsen Başaran, böyle bir olanağı esirgemiyor okurundan, ona ayırdığı satır aralarından göz kırpıyor öykülerinde. Böylece okurken yazabiliyoruz da; bilmediğimiz yerlerde, gitmediğimiz evlerde, tanımadığımız insanların hayatlarına karışmanın, ortak olmanın, onlar gibi düşünmenin, duyumsamanın zevkini tadabiliyoruz. Tam karşıtı duygulara kapılmak da mümkündür, bu defa da anti kahraman rolünü üstlenmek düşüyor, her hâlükârda kahramansın okurken. Bir duygu ve düşün dünyasının içine girmek, bulunduğumuz hayata nefes aldırmaktır, her yazın türü ihtiyacımız olan taze bir nefestir, taze bir heyecan.
Nice güzel eserlerin beklentisiyle, tekrar tebrik ediyorum, Sevgili Bilsen Başaran’ı.
Haziran 2020 – İzmir
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.