Nazım Mutlu
Bu “Şiir” Kimin?
Değerlerimizi yiyip bitirme yıllarımız sürüyor. “Üretim”i belleklerden silip “tüketim”i daha derinliğine kazıma dönemi sürüyor. Sonu gelecek. Ama şimdilik iklim tüketmeye ayarlı. Her alanda, her anlamda. “Değer”in yatağında “değersizlik” yatıyor, ama şimdilik.
“Sanat”ın, sanatın yaygın dallarından “şiir”in bu değersizleştirme ikliminde nerelere geldiğine ilişkin, günlüğüme aldığım aşağıdaki metni paylaşarak Telgrafhane Sanat’a ilk selamımızı verelim.
30 Haziran 2016
23 Haziran 2016 günü saat 19:42’de aşağıdaki şiiri Facebook’ta paylaşan Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni bir arkadaşımla aramızda yine Facebook’taki yazışma. Olduğu gibi. Noktasına, virgülüne dokunmadan.
***
Bir Adın Kalmalı
Şair: Ahmet Hamdi Tanpınar
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
(Paylaşım gün ve saati: 23 Haziran, 19:42)
İşte yazışmamız, tarihi ve saatiyle:
24 Haziran Cuma, 00.31
Ben: O şiir (Bir Adın Kalmalı) Tanpınar’ın değil… Hocam. Oraya yazmak istemedim.
29 Haziran Çarşamba, 11.05
O: Hocam kimin, ben öyle biliyorum kimin olduğunu yazarsanız sevinirim
29 Haziran Çarşamba, 20.02
Ben: Kimin olduğu konusunda yine bu internet ortamında bir sürü söylenti dolaşıyor. Tanpınar’la birlikte İ. Sadri, Can Dündar, Bedirhan Gökçe… Tanpınar’ın tek bir kitabı var zaten, onda yok böyle bir şiir. Bir kıyıda unutulup kitaba girmemiş olabilir desek, o zaman da ne biçim ne içerik, Tanpınar şiiriyle benzeşiyor.
(Aynı gün, saat ve dakika)
O: Kısaca, kimse bilmiyor şiirin kime ait olduğunu.
29 Haziran Çarşamba, 23.57
Ben: Ama Tanpınar’ın olmadığı kesin.
31 Haziran Cuma, 11.13
(Buraya dikkat! Çünkü aradan geçen yaklaşık bir buçuk gün içinde, olay giderek aynı okulda iş arkadaşlığı yaptığımız meslektaşımızın içine oturmaya başlamış olmalı ki, bu kez aşağıdaki iletiyi yolladı, yine Facebook’taki özel kanaldan, yani Messenger’dan.)
O: Hocam merhaba, hassasiyetiniz için teşekkür ederim. Tampınar’ın tek bir şiir kitabı olduğunu, bu şiirin o kitapta olmadığını gayet tabi biliyorum. İçerik olarak, biçim olarak da ona ait olmadığını anlayabilecek kapasitedeyim. Bu konuda hiçbir meslektaşımı ikna etmek zorunda değilim. Şiirin kime ait bilinmiyor. Bilerek ve istiyerek altına Tanpınar yazdım. Sizin gibi gereksiz ayrıntıda boğulanlar dışında kimsenin umrunda olacağını düşünüyorum. Facebook bir edebiyat dergisi değil ki. Benim size tavsiyem hayatta ciddiye alınacak çok daha önemli şeyler varken küçük hatalardan rahatsız olmayın, sayın hocam. Saygılarımla…
31 Haziran Cuma, 12.50
Ben: … Hanım, niye alındınız bu durumdan? İnsanın günlük yaşamda zaman zaman yanılgıya düşmesi, hele de böyle yoğun bilgi kirliliği ortamında, bir yere kadar kabul edilebilir bir şey. Ben, eğer böyle bir yanılgıyı fark ettiysem, nazımın geçeceğini var saydığım kişi ya da kişilere uygun bir dille, rica yerine geçmek üzere hatırlatmada bulunurum. Benzer bir durumda aynı şeyin bana da yapılmasını isterim. Ama belli ki “nazımın geçeceği arkadaş” konusunda bu kez yanılmışım. Sağlık olsun! “Gereksiz ayrıntıda boğulma” suçlamanıza gelince… Evet, yazı-çizi alanıyla bağı zayıf, rastladığı her bilgiyi, metni, sözü… sorup sorgulamadan doğru kabul edenler için bir diyeceğim yok elbette. Öylesine de çok rastlıyoruz buralarda, üzülmüyor değilim, ama üstünde durmuyorum. (Bu yaptığım da doğru değil aslında, fakat baş edilecek gibi değil ki bu internet âlemi…) Şimdi, ortada Tanpınar imzasıyla dolaştırılan bir metin var ve bir edebiyat öğretmeni, buradaki hata uyarısı için “gereksiz ayrıntı” diyebiliyor, “adını bilerek ve isteyerek yazdım” diyebiliyorsa, kendi bileceği iş, ne diyebilirim. Madem iş böyle ukalalığıma kadar geldi, söyleyeyim: Biliyor musunuz bilmem, tam böyle tutumlar nedeniyle gerçek sahibi farklı olan metinler artık ders kitaplarında da yer almaya başladı. Yani bu tür “gereksiz ayrıntı”lar, epey ciddi boyutlar kazandı ve ülkeyi yönetenler halkı yalanlarla, eğitimi yönetenler de öğrencilerimizi yanlışlarla boğmaya başladılar. Yığınla kirlilik gözlerimizin önündeyken, “kimsenin umurunda olmayan” şeyler, bizim de umurumuzda olmamalı, öyle mi? Ayrıca, bu hatırlatma işini, herkese açık o paylaşımınızın bulunduğu yerde yapmadım, kabalık olur diye. Nazımın geçeceği düşüncesiyle, yalnızca sizin okuyacağınız bir ortamda yaptım. Fark edilen bir yanlışın doğrusunu göstermek, sizin de ilkenizdir diye düşünüyorum … Hanım. Son olarak: Sözkonusu olan “şiir”, sözkonusu olan “Tanpınar”, sözkonusu olan “edebiyat öğretmeni”dir. Bu, sizin için önemsiz, gereksiz bir ayrıntıysa, yolunuz açık olsun! Benden de saygıyla. (Not: Bunu bir yazı konusu yapacağımı ve bir dergide yayımlatacağımı bilmenizi de isterim, elbette ad vermeden. Bu işlerin bu kadar ayağa düşmesine sessiz kalmak, her şey bir yana, vicdan suçudur.)
31 Haziran Cuma, 13.14
O: Hocam,ülkede bu kadar vicdan suçu varken…
30 Haziran Cuma, 13.16
Ben: Elbette … Hanım. Onları da dert edinerek yaşadığımı, gücüm ölçüsünde onlarla da mücadele içinde olduğumu sanıyorum.
***
Yukarıdaki yazışmaya yansıyan sorun, sorunlar, nitelik çıtamızın artık yer hizasında da durmadığını, kazılan çukura düştüğünü yeterince anlatıyor olmalı. Yazışmaya konu olan olay, baştan ayağa hastalıkla dolu. Biraz alan diliyle söyleyelim: “Ana olay” öyle, “yardımcı olaylar” öyle. Zerrece sağlıklı yanı olmayan böyle bir musibetin neresini nasıl düzeltmeli, durumu nasıl açıklamalı?
Meslek deneyiminin(!) en az 20 yıl olduğunu sandığım bir “Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni”nin, bizim şairlerimizden hiç değilse bir elin parmakları kadarının her şeyden önce biçemini, yani şiirinde kullanabileceği sözcükleri, onları yan yana getirme (örgü) özelliğini, sesinin tonunu, dize ve birim oluşturma tavrını, işlediği konudaki duyarlılık düzeyini… az çok bilmesi, bunlardan yola çıkarak söz konusu “şiir”in, Bedri Rahmi diliyle, “ayak sesinden” kimin olabileceğini sezmesi gerekmez mi?
Bir “Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni”, bu gerekmezse, bir elin parmağı kadar şairimizin arasında olabilecek bir şairin, biçimde, örneğin dize başlarında büyük harf kullanıp kullanmayacağına ilişkin bir tartı bilgisi taşımaz mı? Bu da olmazsa, tamı tamına olmasını da bir yana koyalım, yine aynı öğretmenin, iyi kötü bir “sanat disiplini”ne sahip sıradan bir şairin bile 47 dizeden yalnızca birinin, üstelik en sonuncusun baş harfini büyük yazma olasılığının bulanamayacağını bilmesi gerekmez mi?
İyisi, mükemmeli bir yana, ortalama bir “Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni”nin “bilmesi gerekenler” listesini uzatabiliriz. Aynı meslek sahibinin yine ortalama bir “şiir-şair” bilgisini taşımadan yıllarca bu mesleği “icra etmesi”nin ülkeye kazandıracağı, nitelik çıtasının çukuru boylamasından öte ne olabilir!
“Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni” bir meslektaşla aramızdaki böyle bir yazışmaya yansıyanlar için söylenebilecek “özrü kabahatinden büyük” deyiminin öyküsü yaygındır, yinelemeyeceğim. Ancak onun buradaki tutumuna ilişkin birkaç saptama daha yapıp içimdeki öfkeyi boşaltmazsam rahat edemeyeceğim.
Şöyle:
Arkadaşım ve meslektaşım için, internette karşılaşılan her şey, önü arkası düşünülmeden “kopyala yapıştır” yoluyla yayımlanabilir.
Arkadaşım ve meslektaşım için, “şiir”, isteyenin dilediği gibi kullanabileceği sıradan bir tüketim nesnesidir.
Arkadaşım ve meslektaşım için, bir yazınsal metnin duygularımıza, düşüncelerimize ne kadar uygun olduğu önemlidir ama onun kimin kaleminden çıktığı önemli değildir. Önemli olması da bir yana, bu, “gereksiz bir ayrıntı”dır.
Arkadaşım ve meslektaşım için, bir metnin ne söylediği önemlidir ama o metnin nasıl söylendiği “gereksiz bir ayrıntı”dır.
Arkadaşım ve meslektaşım için, başka “Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenleri”, bir şiirin kime ait olduğunu sorgulamak gibi bir “gereksiz ayrıntıda” boğulmamalıdır.
Arkadaşım ve meslektaşım için, gerektiğinde bile bile hata yapmakta bir sakınca yoktur.
Arkadaşım ve meslektaşım için, bir yanlışı düzeltme girişimi, yanlışı yapan kişiye hakarettir.
Arkadaşım ve meslektaşım için, çoğunluğun yaptığı gibi, sözdiziminden yazıma, noktalamadan anlatıma dek dil kuralları, internette yazışırken geçerli değildir.
Şimdi, son olarak, unutmadan, ortalıkta başıboş dolaştırılan ve durduk yerde başıma iş açan, Tanpınar’a yük edilen bu “şiir” kimin? Başka meraklısının olup olmaması bir yana, hiç değilse beni bu azaptan kurtaracak bir hayırsever yok mu?
Yorum Kapalı.